Gizli oturumda açık hesaplar
Mecburen soracağız: İsrail Türkiye’ye niye saldırsın? Ne derdi var Türkiye ile? Petrol ihtiyacının yüzde kırkını ve daha kimbilir ne ihtiyaçlarını Ankara sayesinde karşılamıyor mu? En berbatından dümenler çevrilmedi mi, o faşistlere mal akışı durmasın diye? Sebep? Para. Demek daha fazla paraya daha fazlasını da elde edebilirler. Niye çomak soksun dönen çarkına?
Tutanakları on yıl gizli kalacak TBMM Gizli Oturumu’ndan çıkışta ana muhalefet lideri Özgür Özel, iktidar adına Meclis’e bilgi vermiş olması gerekenler için, “Bilmediğimiz hiçbir şey söylemediler,” dedi. CHP Genel Başkanı, iktidar öndegelenleri ve onların talimatıyla iş gören propaganda aygıtı sözcülerinin, İsrail’in bir sonraki hedefinin Türkiye olacağı yollu sözlerinin gerçeklikte karşılığı bulunmadığını vurgulamış oldu, “Gündem değiştirmek için manipülasyon yapıyorlar,” diye ekledi.
Yani “İsrail sorunu” bağlantılı gelişmeleri yakından takip etmeye çalışan bütün meslektaşlarımı, bendenizi, CHP ve İYİP’in genel başkanlarını kapsayan tuhaf koalisyonun hissiyatı doğrulandı. Hiçbirimiz gizli oturumda ne konuşulacak diye merak etmemiştik. İktidar sözcüleri, İsrail ordusunun “tamamen dinî fanatizm” sonucu olarak gelip Türkiye’nin sınırlarına dayanacağı iddialarına ufacık da olsa gerçekçi ihtimal niteliği kazandırabilecek söz söyleyebilirler miydi? Bırakın kanıtı, delili, istihbaratı, şunu bunu; akla aykırı düşmeyecek bir akıl yürütme, veriye değil sezgiye dayalı bile olsa mantığın kabul edebileceği herhangi bir varsayım, dinî, siyasî, ekonomik, askerî, kültürel, sportif… herhangi bir mâkûl gerekçe bulup, buluşturup, icat edip, imal edip… ortaya koymaları mümkün müydü?
Demek İsrail Türkiye’ye saldıracak? Vay vay vay… O halde okullar temizlenmesin, çocuklar okula gitmesin, kadınlar sokağa çıkmasın, işçi ücret istemesin, makam sahipleri kıçtan ısıtmalı arabalarını, çakma Şeyhülislâm kılıcını yenilesin, parti starları İtalya’da yeni takım diktirsin, yalakalar zengin edilsin, ihaleler verilsin, oteller dikilsin, emekli kenara çekilsin, filan… Zaten Üçüncü Dünya Savaşı da kapıda!
Ayıptır yahu.
Her şeye rağmen vazifemiz okurlarımıza sağlıklı bakış için gerekli malzemeyi sunmak. Mecburen soracağız: İsrail Türkiye’ye niye saldırsın? Ne derdi var Türkiye ile? Petrol ihtiyacının yüzde kırkını ve daha kimbilir ne ihtiyaçlarını Ankara sayesinde karşılamıyor mu? En berbatından dümenler çevrilmedi mi, o faşistlere mal akışı durmasın diye? Sebep? Para. Demek daha fazla paraya daha fazlasını da elde edebilirler. Niye çomak soksun dönen çarkına?
Haydi diyelim, çıkarına bakmayacak, bir NATO ülkesine ille de saldıracak. Niye? Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Tayyip Erdoğan, hangi motifle daha geniş kitle desteği toplayabileceği sorusunu siyasî kullanım bakımından en elverişli, hassas sektörden cevapladı: “Tamamen dinî fanatizm” yüzünden!? Çünkü, efendim, Yahudiler, “Nil’den Fırat kıyısına kadar” olan toprakları Allah’ın kendilerine vaat ettiğine inanıyorlar. E, tabiî bu durumda zaten ellerindeki parçadan buraya hat çekip Antep’e, Urfa’ya dayanmaları işten bile değil. Sorun şu ki, vaat bildirgesinde Fırat kıyısının hangi kısmı olduğu belirtilmemiş. Irak da kastediliyor olabilir yani. Geniş yorumlarlarsa Erzincan’a bile uzanmaya kalkabilirler. Fakat bazı şüpheli hususlar var. İlki, tarife göre vaat edilmiş toprakların en kocaman parçalarından biri olan Sina Yarımadası’nı İsrail zaten almıştı, anlaşmayla geri verdi. Madem kutsal, niye verdi? Belki de yanlış konum atıldı, bişey oldu. İkinci olarak, bu vaadin alıcısı kimdir? “Yahudiler”e mi vaat edilmiş bu topraklar? Erişebildiğim en mâkûl kutsal kitap yorumlarına göre, toprakların vaat edildiği kimse Yahudilerin olduğu kadar Arapların da atası İbrahim. (Arap devletleriyle İsrail’i barıştırmayı hedefleyen diplomatik operasyonun hedeflenen somut çıktısına “İbrahim Anlaşmaları” denmesinin sebebi bu!) Allah’ın, İbrahim’e, “Sana bu toprakları veriyorum, İshak’ı faydalandır, ama İsmail’e koklatma,” dediğine mi inanmamız bekleniyor?! T24’ten Candan Yıldız’ın kendisiyle yaptığı görüşmede DEM Parti Diyarbakır Milletvekili -memleketimizde “İsrail sorunu”nu, Filistin’i, geçmişiyle, derinliğiyle en iyi bilen kişilerden- Cengiz Çandar’ın dediği gibi, Bu durumda İsrail’le Araplar birlikte mi dayanacak Antep sınırına, “Buralar bizim!” diye? Madem “tamamen dinî fanatizm”?!
Peki, diyelim ki, İsrail’de, bugünkülerden de beter bir grup fanatik dizginleri ele aldı ve, “İbrahim’di, İsmail’di dinlemem arkadaş!” diyerek sefere kalktı. Nasıl gelip dayanacak bunlar Türkiye sınırına? Suriye’yi yutup gelecek olmalılar. En kısa yol o. Emevi Camisi’nde namaz derdi de yok, vakit kaybetmeden gelebilirler. Belki Ürdün’ü de alırlar o arada.
Nihayet, “bir mermi kaç para, biliyonuz mu?” durağına gelebildik. TSK, yani NATO’nun ikinci büyük ordusu. 85 milyonluk bir ülkenin silahlı gücü. “Savunma ve Güvenlik Bütçesi”ne bu yıl için 40 milyar dolardan fazla para ayırmış bir devletin ordusu. Niye besleniyor, donatılıyor bu ordu? Düşman saldırırsa ülkeyi savunmak için değil mi? Devlet yönetiyorsanız, açık tehdit durumunda, gücünüze güveniyorsanız, “Gelirlerse görürler,” dışında söz söyleyemezsiniz ki. Yok ‘girerim-çıkarım’, yok ‘ha saldırdılar ha saldıracaklar’, falan… bu arada petrol akıyor, ticaret yürüyor. Düşülen durum zaten hazin, PR ve propaganda uğruna bunu rezilliğe çevirmeselerdi keşke.
Son olarak, “tamamen dinî fanatizm” sebebiyle Türkiye’ye saldıracağı iddia edilen özne, bu yakıştırmacanın neticesinde, “İsrail devleti” olmaktan çıkıyor, “Yahudiler” haline geliyor. Ve burada yine Şark işi kurnazlıkla Türk sağının hünerleri birleşiyor. Bir yandan ahalide yaygın Yahudi düşmanlığı kaşınarak bir nevi yerli-millî Yenikapı seferberliğinin yolu yapılıyor. Bundan, kaybedilen bağlılıkların, oy desteğinin yeniden kazanılması, bu arada muhalefetin de kuyruğa takılması -takılmazsa hainlikle vs. suçlanması- umuluyor. Öbür yandan, Azeri petrolüydü, hileli ticaretti, ahalinin bu gibi rahatsız edici teferruatla ilgilenmek yerine gidip sinagog kapısına boya atmak sûretiyle İslâm âleminin şerefini kurtarma mesaisiyle oyalanması sağlanıyor.
Gizli Oturum fikri bu durumda aslında tam da iktidarın işine gelecek bir müsamere fırsatı yaratmıştı. CHP genel başkanının hemen çıkışta, “Bilmediğimiz hiçbir şey söylemediler,” demesi ve açıkça teşhir etme üslûbunu benimsemesi, bu fırsattan iktidarın sağlayabileceği yararı azaltmış olmalı.
Gerçi memleket ahalisi üzerindeki ikna gücü CHP liderininkinden az mı fazla mı, artık bilemediğimiz iktidar propaganda aygıtı muhtemelen “gizli oturum” sineğinden gereken yağın on katını çıkarmayı deneyecektir. Ehemmiyeti adından belki bu mühim toplantı boyunca biz sıradan fânîlerin erişemeyeceği derin ve meşum bilgilerin Meclis salonunda dolaştığını, Türkiye’ye İsrail harekâtının eli kulağında olduğunu şüphenin zerresine yer bırakmayacak sûrette kanıtlayan bu bilgileri hangimiz işitsek yarın sabahı beklemeden silahımızı kapıp sınıra koşacağımızı layıkıyla hikâye edecektir. Yoksa etmeyecek midir? Konu bir an önce kapansın da, neme lazım… havası mı -yani aslında sağduyu- ağır basacaktır? Vatanını milletini her şeyden -okuldan, çocuktan, sağlıktan, adaletten bile- fazla seven iktidar milletvekilleri aziz vatanın tehlikede olduğuna dair gizli bilgileri yüklenmiş bulunarak, üstelik bunları bize anlatamamanın sıkıntısı içerisinde kıvranarak, yine bir asil vazifeyi yerine getirmenin gururuyla ekranları mı dolduracaklar önümüzdeki günlerde yoksa boğaz temizleyip bir an önce konuyu mu değiştirmek isteyecekler?
Gizli oturumun adı bile iktidarın fantastik iddiasına dayanak sağlama riski barındırıyordu. “İsrail tehdidi” diye bir mâmûl, “iç birlik” marketinin raflarında hemen boy gösterdi. Bilmediğimiz herhangi bir şeyin söylenmesi ihtimalinin bulunmamasına rağmen böyle bir oturumun yapılmasını iktidarın kabul etmesi boşuna değildi şüphesiz. Ancak hemen çıkışında ana muhalefet liderinin müsamerenin içini boşaltmaya yönelik atak yapması beraberliği sağladı. Hattâ “İsrail tehdidi” iddiasını “ülkenin gerçek gündeminin dışında” ve düpedüz “yalan” diye niteledi.
“İsrail tehdidi” kurmacasını iktidarın ne kadar işleyebileceği, ne kadar rating toplayabileceği, bunu kaç bölüm sürdürebileceği, buna karşılık muhalefetin burada bulduğu iktidarı teşhir fırsatını nasıl değerlendireceği, seyirciyi kapıp kapamayacağı, iki tarafın moral güçleri ve siyasî mücadele kapasiteleri konusunda gösterge olacak.